Muhammed Hâdimî ”rahime-hullahü teâlâ”

Anadolu’da yaşayan fıkıh ve tasavvuf âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Mustafa olup, Konya’nın Hadim kasabasında 1113 (m. 1701) senesinde doğdu. Künyesi Mevlânâ Ebû Sa’îd’dir. Pâdişâh Üçüncü Ahmed Hân’ın iltifâtına mazhar oldu. 1176 (m. 1762) senesinde doğduğu yer olan Hâdim’de vefât etti.

Mevlânâ Ebû Sa’îd Muhammed Hâdimî’nin dedeleri Buhârâ’lıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ’nın tanınmış asîl ailelerinden olup, âlim ve velî bir zât idi. Anadolu’ya gelerek, Hadim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî’nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendi’dir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

Muhammed Hâdimî, ilk tahsilini babasından gördü. On yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya’da Karatay Medresesi’ne yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendi’nin tavsiyesi ile İstanbul’a gitti. İstanbul’da zamanın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendi’den ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmiyedi yaşında yüksek tahsilini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitap ile Hâdim’e döndü. Babasının boş bıraktığı Hadim Medresesi’nde ders vermeğe başladı.

Kısa zamanda nâmı İstanbul’a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, önce Pâdişâh Üçüncü Ahmed Hân, sonra da Birinci Mahmûd Hân tarafından İstanbul’a da’vet edildi.

İkinci gidişinde, Pâdişâh’ın da bulunduğu Ayasofya Câmii’ndeki bir toplantıda, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrini yapması istendi. Şeyhülislâm ve meşhûr âlimlerin de bulunduğu o mecliste Muhammed Hâdimî, Fâtiha’yı çok güzel tefsîr edip, başta Pâdişâh olmak üzere, herkesin takdîrine mazhar oldu. Bunun üzerine İstanbul’da kalarak, Osmanlı Devleti içinde yazılan dînî eserlerin, kendi tetkikinden geçtikten sonra yayınlanması görevi teklif edildi. Fakat Hâdimî, Hâdim’deki medresesinde talebe okutmağı, bu vazîfe teklifine tercih ederek memleketine döndü. Medresesinde Arabî, Fârisî, usûl-ı fıkıh, fıkıh, tefsîr, hadîs, kelâm, edebiyat gibi dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde başta oğulları Sa’îd, Abdullah, Emîn, Nu’mân gelmekte idi. Ayrıca “Ayaklı Kütüphâne” lakabıyla anılan Müftî-zâde Muhammed Antâkî, İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hâfız Osman Uskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayseri gibi âlimler meşhûr oldular.

Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukukunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitaplar yazdı. Bu yazdığı eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin “Tarîkat-ı Muhammediyye” isimli eserine yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe “Berîka” ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.

Muhammed Hâdimî hazretleri, eserlerine aldığı hadîs-i şerîflerin, sahih olup olmadığını iyice araştırırdı. Eğer sahih olduğunda şüphe ederse, bizzat Peygamber efendimizden (aleyhisselâm) sorup öğrenirdi. Medîne-i münevverede, Ravda-i mutahhera harem ağalığı vazîfesini yapan Beşir Ağa, bu mevzûu şöyle anlattı: “İstanbul’a gelmişti. Pâdişâh Birinci Mahmûd Hân, Harem-i şerîften ma’lûmât almak için huzûruna çağırmıştı. Hâl hatır sorduktan sonra; “Haremeyn-i şerîfeynde nelere muttali oldun?” diye suâl ettiler. Ben de gördüklerimi şöyle anlattım: “Hayretle gördüğüm hâdiselerden biri şudur Ravda-i mutahherada (Peygamber efendimizin mübârek kabr-i şerîflerinde) gece temizlik yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah efendimizle görüşmek için geldiği Cibril kapısı birden açıldı. Bu saatte gelen kimdir? diye kapıya koştum. Sakallı, nûr yüzlü bir kimse ile karşılaştım. Bana selâm verdi. Selâmı aldım ve; “Hoşgeldiniz efendim” dedim. Bana, gayet sessiz bir şekilde cevap verdikten sonra, Peygamber efendimizin (aleyhisselâm) mübârek kabrinin ayak ucuna doğru gitti. Arkasından bakakalmıştım. Orada bir müddet bekledi. Kabr-i şerîfe karşı ba’zı şeyler söyledi. Çok dikkat etmeme rağmen anlayamadım. İşi bitince arka arka giderek huzûrdan ayrıldı. Çok merak etmiştim. Yanıma geldiğinde büyük bir edeble; “Siz kimsiniz ve nerelisiniz?” diye sordum. O da; “İsmim Muhammed, Diyâr-ı Rûm’danım. Hâdim’de ikâmet ediyorum” dedi. Bu gece yarısı ziyâretinizin hikmeti nedir?” diye suâl edince de; “İmâm-ı Birgivî’nin Tarîkat-ı Muhammediyye isimli kitabını şerh ediyorum. Bir hadîs-i şerîfin sahih olup olmadığında şüpheye düştüm. Hemen gelip gördüğünüz gibi, Resûlullah efendimizin (aleyhisselâm) huzûr-ı şerîflerinde, bunu suâl eyledim. Sahih olduğu buyuruldu” dedi.

Ondan sonraki günlerde yine aynı saatlerde zaman zaman geldi. Geldiğinde odama götürür kısa bir süre de olsa sohbet ederdik. Artık onunla dost olmuştuk.”

Beşir Ağa’nın konuşmasını hayretle dinleyen Pâdişâh Birinci Mahmûd, Hâdim’e bir haberci göndererek, Muhammed Hâdimî’yi İstanbul’a da’vet etti. O geldiği gün, ona sima olarak çok benzeyen birkaç kimse daha saraya getirtti. Maksadı Beşir Ağa’yı imtihan etmek idi. Beşir Ağa’yı da huzûruna çağırdı. Misâfirlerin huzûra gelmesi bildirildi. Biraz sonra Muhammed Hâdimî ve ona çok benzeyenler odaya girdiler. Beşir Ağa, girenlerin arasından Muhammed Hâdimî’yi göstererek; “Bahsettiğim zât işte budur” dedi. Birinci Mahmûd Hân, Hâdimî hazretlerine çok iltifât edip ihsânlarda bulundu.

Muhammed Hâdimî'den Ayasofya Câmisinde bir ders vermesi istendi. Derste pâdişâh, sadrâzam, Hâdimî'nin hocası olan Şeyhülislâm, Müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer devlet ricâli de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vâz edemeyeceğini edeple belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye (pâdişâh emrinin) bulunduğunu, dersin mutlaka yapılması gerektiğini söyleyerek, onu mahşerî bir kalabalık ile dolu olan Ayasofya Câmisinin kürsüsüne çıkardı.

Sonradan bir risâle hâlinde neşredilen Fâtihâ Tefsîri'ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne bir hitâbet örneği hâlinde takrîr edip anlatan Hâdimî'nin bu dersi, hocası olan Şeyhülislâmın sevincinden ağlamasına sebeb oldu. Bu takrirden sonra, Topkapı Sarayına çağrılıp tebrik ve taltîf edilen Hâdimî'ye İstanbul'da kalması teklif edildi. Bu iltifâtlara teşekkür eden ve lisân-ı münâsiple Hâdim'e avdet etmek istediğini arz eyleyen Hâdimî, İstanbul'dan bâzı kitâplar satın alarak, bu defâ iki deve yükü kitapla Hâdim'e döndü.

Bundan sonra, okuyup araştırma ve eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur'ân-ı kerîm sûrelerinden bâzılarının ciltler hâlinde tefsîri olan ilk eserlerini, talebeleri temize çekip çoğaltarak, kitap hâline getirdiler. Medresesinde Arabî, Fârisî, usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsîr, hadîs, kelâm, edebiyât gibi dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde başta oğulları Saîd, Abdullah, Emîn, Nûmân gelmekteydi. Ayrıca "Ayaklı Kütüphâne" lakabıyla anılan Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hâfız Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler meşhûr oldular.

Muhammed Hâdimî hazretleri anlattı: “Rûm diyarının seçilmiş âlimlerinden olan mübârek babam Mustafa Efendi’nin kabrini ziyârete gitmiştim. Kabrinin başında Yâsîn sûresini okuyup sevâbını, Peygamber efendimize (aleyhisselâm), bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm) Eshâb-ı Kirâma (radıyallahu anhüm) ve bütün ehl-i îmânın rûhlarıyla birlikte, babamın da rûhuna hediye ettim. Sonra murâkabeye dalmış hâlde beklerken, Allahü teâlânın izni ile babam aniden mezarından kalktı. Çok heyecanlandım. Onu bu şekilde ilk defa görüyordum. Sessizce bir müddet bekledikten sonra, ondan nasihat istedim, “İşte beni görüyorsun ya; dünyânın sebep ve alâkalarından hiçbir şey fayda vermiyor. Geçim husûsunda hırs ve kötü emelden sakınarak, cenâb-ı Hakka tevekkül et ve O’nun verdiklerine râzı ol! Dünyâda sebeplerini yaratanı unutup, ihtiyâcını, görünüşte buna sebep olan kula bildirirsen, cenâb-ı Hak seni elinden birşey gelmeyene muhtaç eder. Eğer ihtiyâcını herkese söylemeden sâdece Allahü teâlâya arzedersen, dünyâ bile sana muhtaç olur” dedi.

Muhammed Hâdimî hazretleri, 1176 (m. 1762) senesinde Hâdim’de, son hastalığına yakalanmıştı. Çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırıp herbiriyle helâllaştı, vedâlaştı. Çocuklarına ve talebelerine vasıyyetini bildirdikten sonra; “Vefât ettiğimde, daha önce vasıyyet edip anlaştığım kimse gelene kadar beni soyup gaslimi yapmayın” buyurdu. O gece sabaha karşı, talebelerinin Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk vakti Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi gelip, gasil, techiz ve tekfin işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa Efendi’nin yanında kazdırdı ve oraya defni yapıldı. Âşıkları uzak yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir.”

 

İletişim

İletişim formunu kullanabilir ya da aşağıdaki e-posta adresimiz aracılığı ile istekte bulunabilirsiniz. E-Posta : bilgi@mybelovedprophet.com

Telif Hakkı 2024 My Beloved Prophet.