Mevlânâ Abdurrahmân Câmî ””rahmat-allahi alaih””

Din ve fen bilgilerinde âlim, velî, şâir. Hirat’da yetişen âlim ve evliyânın en büyüklerinden. İsmi, Abdurrahmân bin Nizâmeddîn Ahmed olup, lakabı Nûreddîn’dir. Câmi ve Mevlânâ nisbetleriyle meşhûr oldu. Anadolu’da Molla Câmi diye tanınmaktadır. 817 (m 1414)’de İran’ın Câm kasabasında doğdu. İmâm-ı Muhammed Şeybânî hazretlerinin soyundandır. Hirat’da Şeyh-ül-İslâm idi. 898 senesi Muharrem ayının onsekizinci günü, Cum’a ezanı okunurken (m. 9 Kasım 1492) Hirat’da vefât etti.

Mevlânâ Abdurrahmân’ın babası Nizâmeddîn Ahmed, ilim ve takvâ sahibi idi. Haramlardan şiddetle kaçardı. Oğlunun da ilim ehli olması için Hirat’daki Nizâmiyye Medresesi’ne getirdi. O sırada Abdurrahmân Câmi henüz küçüktü, bülûğ yaşına gelmemişti. Fakat medresede; zekâsı, mes’eleleri anlamakta fevkalâde kavrayışı, hocaları ve arkadaşları üzerinde büyük bir te’sîr bıraktı. Tahsilinin başlangıcında, Muhtasar ve Telhis isimli kitaplar üzerinde çalışırken, daha önce gelen ileri sınıftaki arkadaşları Şerh-i Miftâh ve Mutavvel isimli kitapları okuyordu. Mevlânâ Abdurrahmân, kısa zamanda kendi kitaplarını bitirip, en ileri seviyedeki arkadaşlarının okuduğu kitapları okumağa başladı. Bu derece sür’atle arkadaşlarına yetişip onları geçmesi, herkesi şaşırttı. Nitekim hocaları; “Semerkand, Semerkand olalıdan beri, Molla Câmî’den daha zekî ve kabiliyetli bir kimse görmedi” demekten kendilerini alamadılar. Burada Hâce Ali Semerkandî’nin, Şihâbüddîn’in ve Mevlânâ Cüneyd-i Usûlî’nin derslerine devam etti. Din ilimlerinden başka, diğer fen ilimlerine de ilgi duyan Molla Câmi, Uluğ Bey zamanında Bursalı Kâdızâde Rûmî’nin matematik derslerine devam etmiştir. Bu sırada Hirat’da, meşhûr astronomi âlimi Ali Kuşçu ile görüştü. Ali Kuşçu, Molla Câmi’ye astronomi ilmine dâir gayet güç suâllerden birkaç tanesini sordu. O da hepsini, en ince ayrıntılarına kadar ayrı ayrı cevaplandırdı. Ali Kuşçu, bu cevaplara hayran kaldı. Bunun üzerine Ali Kuşçu’ya; “Sizin ilim hazînenizde bundan daha üstün bir nesne yok mudur?” diyerek latife etti. Ali Kuşçu ise; "Molla Câmî ile karşılaştıktan sonra, ondaki bilgilerin normal yol ile elde edilen bilgilerden olmadığını ve bunların Allahü teâlânın ona bir ihsânı olduğunu anladım" demekten kendini alamadı.

Mevlânâ Abdurrahmân Câmi, kısa zamanda aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Öyle ki, Hirat’da meşhûr olan beş âlimden birisi oldu. Behâeddîn Buhârî hazretlerinin halîfelerinden Sa’deddîn-i Kaşgârî meclisinde kemâle geldi.

Hirat’da Sa’düddîn-i Kaşgârî hazretleri, hergün câmi kapısının önünde, namazdan önce ve sonra talebeleriyle sohbet ederdi. Molla Câmî’nin de yolu, o câminin önünden geçerdi. Sa’düddînî Kaşgârî ne zaman Molla Câmî’yi görse; “Bu gençte görülmemiş bir kabiliyet var. Onun hâline âşık oldum. Bu gencin, bu istidâdını boşa kullanmaması için onu yetiştirmeliyiz. Fakat bunu kendisinin taleb etmesi lâzım” buyururdu. Molla Câmi, birgün rü’yâsında Sa’düddîn-i Kaşgârî hazretlerini gördü. Molla Câmî’ye, “Öyle bir sevgiyle bağlan ki, bırakmak mümkün olmasın” buyurdu. Bu rü’yâ, Abdurrahmân Câmî’ye pek fazla te’sîr etti. O anda Horasan’da idi. O gün hemen yola çıkıp, Hirat’a geldi ve Sa’düddîn-i Kaşgâri’nin huzûruna girdi. Onun sohbeti ile şereflendi. Bu sohbette, kalbinde pekçok değişiklere şâhid oldu. Sa’düddîn-i Kaşgârî’nin ba’zı kerâmetlerini görünce, ona bağlılığı daha da arttı. Zâhirî ilimlerin yanısıra, bâtınî ilimlerde de yükselmek için Sa’düddîn hazretlerine canla başla hizmet etmeye, onun teveccühlerine kavuşup, fevkalâde olgunluklara sahip olmaya başladı. Sa’düddîn-i Kaşgâri, Molla Câmî’nin ilk geldiği gün; “Rabbimize hamdolsun ki, Mevlânâ Abdurrahmân gibi bir şahin tuzağımıza düşmüştür. Artık bunu yetiştirmek, zayi etmemek lâzımdır” buyurdu. Artık hep onunla meşgûl olmaya başladı.

Molla Câmî’nin, Sâ’düddîn-i Kaşgârî’nin talebesi olduğunu işiten Muhammed Câcermî; “Beşyüz yıldan beri Horasan toprağının bir benzerini yetiştiremediği bir ilim erbâbını, Mevlânâ Sa’düddîn-i Kaşgâri, bir teveccühte yolundan çevirdi ve kendi “Ahrâriyye” ismi verilen yoluna aldı” buyurdu. Mevlânâ Abdürrahîm ise; “Abdurrahmân Câmî, aklî ve naklî ilimleri bırakıp tasavvuf yoluna girene kadar, insanı zâhirî ilimlerden başka hiçbirşey kemâl derecesinde olgunlaştıramaz der idim. Fakat onun tasavvufa yönelişinden sonra, bu düşüncemin yanlış olduğunu anladım” dedi.

Mevlânâ Abdurrahmân Câmî hazretleri, Sa’düddîn-i Kaşgâri’nin yıllarca sohbetinde bulunarak, onun teveccühleri altında yetişti. Onun halîfesi, vekîli oldu. Hocası, 860 (m. 1456) senesinde Hirat’da vefât etti.

Beş yaşında iken Muhammed Pârisâ hazretlerinin huzûruna götürülüp, teveccühüne mazhar oldu. Ayrıca, Fahrüddîn Luristânî, Hâce Burhâneddîn Ebû Nasr Pârisâ, Şeyh Behâüddîn Ömer, Hâce Şemsüddîn Muhammed Kûsevî, Mevlânâ Şemsüddîn Muhammed Esed ve Ubeydullah-ı Ahrâr gibi büyük velîlerle görüşüp onlardan feyz aldı.

1469 senesinde Herat’ı alan Tîmûroğulları hükümdarlarından Hüseyn Baykara ve onun yakın arkadaşları olan Ali Şîr Nevâî ve Ahmed-i Süleyhî gibi ileri gelen zâtlarla dost oldu.

Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, 877 (m. 1472) senesinde Hicaz’a gitmek için yola çıktı. Medîne-i münevvereye geldiğinde, Peygamber efendimize (aleyhisselâm) olan muhabbetini dile getiren kasideler söyledi. Bu kasideler, okuyup anlıyabilenleri hayran bırakmaktadır.

Hac vazîfesini yaptıktan sonra Haleb’e geldiler. Orada da bütün halk onu saygıyla karşıladı. Pekçok ikramlarda bulundular. Oradan Tebrîz, Horasan ve Hirat’a gitti.

Molla Câmî hacdan dönünce, Hüseyn Baykara’nın kendisine tahsis ettiği bir medresede ders vermeye başladı.

Mevlânâ Abdurrahmân, Sa’düddîn-i Kaşgârî’nin halîfesi, vekîli olduğu hâlde, önceleri tasavvuf edeblerini başkalarına bildirmekten çekinirdi. Buyurdu ki: “Hocalık yükü çok ağırdır. Bu yüke tahammül edemem.” Ancak, bu ilmi öğrenmekte çok ısrar edenlere yardımcı olurdu. “Tâlib çok, fakat hakîkî sâdık olanlar çok az...” buyururdu.

Molla Câmî’nin sohbetinde bulunanlar, gam ve kederlerini unuturlar, neş’e ve ferahlık duyarlardı.

Sultânlardan ve hele vezîr Alî Şîr Nevâî’den çok saygı görürdü. Fâtih sultân Muhammed hazretleri ile de mektûblaşırdı. Fâtih’in da’veti ile Konya’ya teşrîf etdi ise de, pâdişâh vefât etdiğinden görüşemediler.

Ubeydullah-ı Ahrârın talebelerinden Abdullah-i İlâhî ve Emîr Ahmed-i Buhârî, İstanbul’a gelirken yolda Molla Câmî ile sohbet eylediler.

Sultanlara, vezirlere, vâlilere ve devlet büyüklerine yazdığı mektûplarda; onlara dâima iyiliği, hayrı, adâleti, halka şefkatle muâmeleyi tavsiye ederdi.

Molla Câmî, dîvânında, Türk hakanı Fâtih Sultan Mehmed Hân’a hitaben, onu övücü şiirler yazdı. Ayrıca onun oğlu Sultan Bâyezîd’i medheden kasideleri de bulunmaktadır.

Molla Câmî, 898 (m. 1492) senesi Muharrem ayının onsekizine rastlıyan Cum’a günü, dostlarının okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dinledi ve son nefesinde Kelime-i şehâdeti getirdikten sonra vefât etti.

Sultan Hüseyn Baykara, vezîri Ali Şîr Nevâî, âlimler, seyyidler ve bütün Hiratlılar Molla Câmî’nin evine koştular. Hazırlıklar bitirildikten sonra, büyük bir cemâat cenâze namazını kıldı ve hocası Sa’düddîn-i Kaşgâri’nin kabri yakınına defnedildi.

Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, Arabî, Fârisî, şiir ve nesir hâlinde yüze yakın eser yazdı. Bunlardan en kıymetlisi; “Nefehât-ül-üns min hadarât-il-Kuds” ve “Şevâhid-ün-Nübüvve” isimli kitaplarıdır. Her üçü de fârisîdir.

Başlıca eserleri: 1- Fâtihat-üş-Şebâb (dîvân), 2- Vâsıtat-ül-İkd (dîvân), 3- Hâtimet-ül-hayât (dîvân), 4- Bahâristan, 5- “Heft Evrenk” adı altında topladığı yedi mesnevîsi.

6- Nefehât-ül-üns min hadarât-il-Kuds: Bu eseri, Abdullah-i Ensârî’nin (Tabakât-ı Sôfiyye) adlı eserinin genişletilmesiyle meydana çıkmıştır. Farsça olup, altıyüzdört velînin hayâtı ve menkıbeleri anlatılmaktadır. Nefehât-ül-üns kitabının, Ali Şîr Nevâî tarafından Çağatay Türkçesine ve Lâmiî Çelebî de bir takım ilâveler yaparak Osmanlı Türkçesine tercüme etmiştir.

7- Şevâhid-ün-Nübüvve: Bu eseri de, siyere dâir olup, Peygamberimizin (aleyhisselâm) hayâtını, peygamberliğine delîl olan alâmetlerini ve mu’cizelerini uzun anlatmaktadır. Mevlâna Abdurrahmân Câmî hazretleri bu kitâbı fârisî olarak yazmışdır. Lâmiî Çelebi, herkese faydalı olması için Osmanlıcaya [Osmanlı Türkçesine] tercüme etmiştir. Ehî-zâde Abdülhalîm de tercüme etmiştir. (Peygamberlik Müjdeleri) adı ile Hakîkat Kitâbevi tarafından günümüz Türkçesine de çevrilmiştir.

8- Levâih: Tasavvufa dâir eseridir. Bunlardan başka meşhûr şâir İbn-i Fâriz’in tasavvufî kasidesinin şerhi, Vahdet-i vücûd hakkındaki kendi rubailerinin şerhi.

Contact

You can use the contact form or make a request via our e-mail address below. E-Mail: bilgi@mybelovedprophet.com

2024 My Beloved Prophet All rights reserved.