Hazret-i İmâm-ı Hanbel ”rahime-hullahü teâlâ”

Cennet ile müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaatin dört büyük hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı, reisidir. İmâm-ı Şâfi’înin talebesidir. Hayâtını anlatan çok kitâb yazılmışdır. Nitekim hâl tercemesini, Beyhekî ve İbni Cevzî ve başka âlimler yazmışlardır. Hadîs ve fıkıhda zamanının bir dânesi idi. Künyesi, Ebû Abdullah’tır. 164 (m. 780) senesinde Bağdâd’da doğdu. 241 (m. 855) senesinde bir Cum’a günü Bağdâd’da vefât etti. Bab-i Harb denilen kabristanda medfundur. Mu’tezile fırkası ile çok mücâdele ve onları rezîl etdiği için, Me’mûn tarafından habs edildi. Cenâzesini yüzkırk bin kişi taşıdı. Vera’ ve takvâsı, ilmi ve kemâli çok idi. Üçyüzbin hadîs-i şerîf ezberlemişdi.

Aslen Basralıdır. Babası Mervlidir. Babasının ismi Muhammed bin Hanbeldir. Dedesi Hanbel bin Helâl, Basra’dan Horasan’a yerleşmiş ve Emevî devletinde Serahs şehri vâliliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbel’in ailesi, annesi ona hâmile iken, Merv’den Bağdâd’a göçmüş ve o Bağdâd’da doğmuştur. Soy itibariyle, hem anne, hem de babası tarafından Arap asıllıdır. Nesebi, İslâmiyetten önce ve sonra Araplar arasında meşhûr bir kabile olan Şeyban kabilesine dayanır. Bu kabile Adnan kabilesinin bir kolu olan Rebîa kabilesinden bir kol olup, Nizâr kabilesinde Peygamber efendimizin (aleyhisselâm) soyu ile birleşir.

Ahmed bin Hanbel’in babası daha o çok küçük yaşta iken vefât etti. Otuz yaşında vefât eden babasından, önemli bir miras da kalmamıştı. Onun yetişmesi ile annesi ilgilendi. Daha küçük yaşta iken ilim tahsiline başladı. Bu sırada Bağdâd önemli bir ilim merkezi idi. Burada hadîs âlimleri, kırâat âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zâtlar ve diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler bulunuyordu.

Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmeye küçük yaşta başlamıştır. Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra lügat, hadîs, fıkıh, Sahâbî ve Tabiîn rivâyetlerini öğrendi.

Ahmed bin Hanbel, akranları arasında ciddiyeti, çalışkanlığı, takvâsı, sabrı, metaneti, tahammülü ve güzel ahlâkı ile üstün oldu. Bu hâli, henüz 15-16 yaşlarında iken temas kurduğu âlimlerin dikkatini çekmişti. Bu sebeple Heysem bin Cemil onun hakkında, daha o sırada şöyle demiştir: “Bu çocuk yaşarsa, zamanındakilerin ilimde hucceti (rehberi) olacaktır.”

Henüz 15 yaşlarında ilk önce İmâm-ı a’zamın talebesi olan Ebû Yûsuf’dan fıkıh ve hadîs ilminde ders almıştır. Bundan sonra da üç sene Huşeym’in derslerine devam etmiş, ondan hadîs-i şerîf dinlemiştir. Kendisi “Huşeym’den işittiğim herşeyi ezberledim” demiştir. Bundan başka Bağdâd’da bulunan meşhûr âlimlerden de ders aldı.

7 yıl Bağdâd’da ilim öğrendi. Bundan sonra ilim tahsili için seyahatlere başladı. 186 yılında Basra’ya ve bir yıl sonra da, oradan Hicâz’a gitti. Böylece Kûfe, Basra, Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam ve el-Cezîre’ye giderek hadîs ilmini öğrendi. Hadîs râvilerini bizzat görerek, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. Basra ve Hicaz’a beşer defa seyahat yapmıştır. Mekke-i mükerreme ve Bağdat’ta İmâm-ı Şafii’den ilim öğrendi. Hicaz’a yaptığı ilk seyahatinde, fıkıh ilminde hocası olan, İmâm-ı Şafiî ile görüştü. Bu görüşme Mekke’de Mescid-i Harâm’da olmuştur. İkinci defa ise, Bağdâd’da buluşmuşlardır.

Ahmed bin Hanbel, ilim tahsili için her türlü zorluğa katlandı. Hadîs-i şerîf dinleyip öğrenmek üzere, pek çok seyahat yaptı. Bu seyahatlerinin çoğuna, yaya olarak çıkmıştır.

Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmek için pek çok İslam beldesini dolaştı ve bu uğurda her türlü zorluğa katlandı. Hadîs-i şerîf dinleyip öğrenmek üzere, pek çok seyahat yapmıştır. Bu seyahatlerinin çoğuna, yaya olarak çıkmıştır. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri ezberlediği hadîs-i şerîfin ve yazdığı notlarının çokluğunu görerek: "Bir Kûfe'ye, bir Basra'ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?" deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri "Hokka ve kalem ile mezara kadar..." diyerek cevap vermiştir.

Hac yapmak için beş defa Mekke-i mükerremeye gitmiştir. Ahmed bin Hanbel, ilk hac seferini 187 (m. 803) senesinde yaptı. Bundan sonra 191 (m. 806) ve 196 (m. 811) senelerinde de hacca gitti. 196’daki hac seferinde, bir sene Mekke-i mükerremede kaldı. 198 yılında da hac yapıp, bir sene daha orada kaldı. Bu zaman zarfında hadîs-i şerîf öğrenme faaliyetini sürdürdü. Hac yapmak için beş defa Mekke-i mükerremeye gitmiştir.

Bu hac seferlerinden birinde yolunu şaşırdı. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri kendisi anlatır: Birgün, sahrada yalnız idim. Yolu şaşırmıştım. Yolda bir köylü gördüm. Bir kenarda oturmuş idi. Gideyim ve ona yolu sorayım dedim. Gittim ve ona sordum. Açım dedi. Bir parça ekmeğim vardı, ona verdim. Gür bir sesle: Ey Ahmed! Sen kim oluyorsun ki, Allahü teâlânın evine (Beytullaha) gidiyorsun! Allahü teâlâ oraya gitmene râzı olmayınca, elbette ki yolunu şaşırırsın! dedi. Bunun üzerine: “Yâ Rabbî, senin köşelerde, kenarlarda, sakladığın, halkın gözünden örttüğün böyle kulların da varmış” dedim. O zât şöyle dedi: “Ne zannediyorsun Ahmed, ne zannediyorsun! Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, eğer Allahü teâlâdan isteseler, bütün gökler ve yerler, onların hürmetine altın olur.” O anda toprak ve dağlar altın oldu. Kendimden geçtim ve düştüm. Daha sonra o zâtın göstermesi ile yolunu buldum.

Bu seferlerinden birinde de, hac yaptıktan sonra bir müddet, mücavir olarak Mekke’de kaldı. Sonra Yemen’in San’a şehrinde bulunan meşhûr hadîs âlimi Abdürrezzâk bin Hemmam’dan hadîs-i şerîf öğrenmek için San’a’ya gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk sırasında ilim öğrenmek uğruna çok sıkıntı çekti. Yolda yiyeceği bitmişti. Parası da olmadığı için, San’a şehrine varıncaya kadar, nakliyecilerin yanında ücretle hamallık yaptı. San’a’da Abdürrezzâk bin Hemmam’dan ders aldı. Ticâret ve kazanç için elverişli olmayan San’a’da iki sene kalıp, sıkıntılara katlandı. Abdürrezzâk bin Hemmam’dan hadîs-i şerîf dinledi. Böylece İmâm-ı Zührî ve İbn-i Müseyyib yoluyla rivâyet edilen, birçok hadîs-i şerîfi işitip öğrendi.

Ahmed bin Hanbel’in kuvvetli hafızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği bütün hadîs-i şerifleri yazmaya çok önem vermesiydi. Yaşadığı devir, ilmin tedvin edildiği, kısımlara ayrılıp, yazıldığı bir devir idi. Fıkıh ve lügat ilmi tedvin edilmiş, hadîs ilmi tedvin edilmekte, yazılan hadîs-i şerîfler toplanmakta idi.

Ahmed bin Hanbel, böyle bir zamanda din ilimlerini öğrenip, bilhassa tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde yüksek seviyeye ulaşmıştır. Netice itibariyle, küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Ahmed bin Hanbel, Bağdâd’da birçok âlimden ilim öğrenip, hadîs-i şerîf dinledi. Sonra Kûfe’ye, Basra’ya, Mekke’ye, Medîne’ye, Yemen’e, Şam’a gitti. Bu gittiği şehirlerde bulunan en büyük âlimlerden, fıkıh ve hadîs ilimlerini öğrendi. Zamanında yaşıyan, Zünnûn-i Mısrî, Bişr-i Hafî, Sırrî-yi Sekatî, Ma’rûf-ı Kerhî gibi birçok büyük evliyâ ile de görüşmüş, onlarla sohbet etmiştir. Yezîd bin Hârûn, Cerîr İbni Abdülhamîd, Velîd bin Müslim, Veki’ bin Cerrah, İmâm-ı Ebû Yûsuf, İbrâhîm bin Sa’d, Yahyâ bin Sa’îd Kettân, Süfyân bin Uyeyne, fıkıh ilminde hocası Muhammed bin İdris Şafiî, Abdürrezzâk bin Hemmam’dan ve daha nice âlimlerden ilim okudu. Sonra tekrar Bağdâd’a döndü. Bundan sonra ilmini yayıp, insanlara çok fâideli oldu.

Dersleri ve Talebeleri: Ahmed bin Hanbel hazretleri, daha önceki yıllarda fetvâlar vermekle beraber, ders ve fetvâ verme işine, kırk yaşında başlamıştır. Bundan sonra hadîs rivâyetinde ve fetvâda başvurulan önemli bir kaynak olmuştur. Çünkü o, ilmi ve üstün ahlâkı ile çok sevilip, meşhûr olmuştur.

İki çeşit ders halkası (meclisi) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler, diğeri, hem talebelerinin, hem de halktan isteyenlerin katıldığı dersler idi. Onun ilim meclisine pek çok kimse katılırdı. Bazı rivâyetlere göre, dersini dinleyenlerin sayısı 5.000’i bulmuştur. Ahmed bin Hanbel’den ders alıp, ilim öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerin ve fıkhî mes’eleler nakledenlerin pek çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine gelip, derslerini dinleyenlerin bir kısmı, sadece ondaki üstün hâllere ve yüksek ahlâka hayran kaldığı için sohbetine katılmıştır. Böylece bir kısmı hem ilmini hem ahlâkını alırken, bir kısmı da onun yaşayışına göre yaşamak, onu tanımak, ahlâk ve edeb husûsunda yaptığı va’zu nasîhatten istifâde etmek için huzûruna geldiler.

Ahmed bin Hanbel’in meclisinde, derslerinde vekar, ciddiyet, tevâzu ve gönül huzûru hâkim idi. Dinleyenlere ve katılanlara saâdet vesîlesi olan derslerini, ikindiden sonra Bağdâd’da büyük bir mescidde verirdi.

Ders meclisine dâima kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir hafızaya sahip olmasına rağmen, hadîs-i şerîf rivâyet ederken, yanındaki yazdıklarına bakardı. Kitabından okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde hadîs-i şerîf rivâyetinden başka, bir de fıkhî mes’eleler hakkında verdiği cevaplar yer almakta idi. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900 civarındadır. En meşhûr talebeleri şu zâtlardır:

Kendi oğlu Sâlih bin Ahmed, babasının ictihâdlarını, yazdığı mektûblarla yaymıştır. Kâdılık vazîfesi de yaptığı için, Hanbelî mezhebini tatbik etmiş, uygulama safhasına koymuştur. Diğer oğlu Abdullah bin Ahmed, babasının ictihâdlarını nakletmiştir. Ebû Bekr el-Esrem, Hanbelî fıkhını nakletmiştir. Abdülmelik bin Abdülhamîd el-Meymûm, Ahmed bin Hanbel’in derslerine yirmiiki sene kadar devam etmiş, onun ictihâdını ve açıkladığı mes’eleleri yazmıştır. Hanbelî fıkhını rivâyet husûsunda büyük hizmeti olmuştur. Ebû Bekir el-Mervezî, en başta gelen talebesi olup, hocasının ictihâdından, fetvalarından pek çoğunu nakletmiştir. Harb bin İsmail el-Hanzalî, hocasından rivâyetleri vardır. İbrâhîm bin İshâk el-Harbî, Ahmed bin Hanbel’den fıkıh ve hadîs ilmine dâir rivâyetler nakletmiştir. Bu zât, zühd ve takvâ bakımından hocasına tam uymuştur. Ebû Bekr el-Hallâl, Hanbelî mezhebinin hükümlerini yazmış ve bu husûsta büyük gayretler göstermiş, seyahatler yapmış ve pek çok kitap yazmıştır. Hadîs imâmlarından Ebû Davûd Sünen’i, Müslim de Sahîh-i Müslim kitâbını yazmıştır.

İmâm-ı Ahmed bin Hanbel “rahimehullahü teâlâ”, ilim ve ictihâdda pek yüksek derecede olduğu hâlde, ma’rifete kavuşabilmek için, Bişr-i Hâfînin “rahime-hullahü teâlâ” hizmetine koşmuştur. Bişr-i Hâfînin yanından niçin ayrılmıyorsun dediklerinde, “Allah’ı benden dahâ iyi tanımakdadır” demiştir.

(Tezkire-tül-Evliyâ)da diyor ki, Ahmed bin Hanbel, çok meşâyıhın sohbetinde bulundu. Zünnûn-i Mısrî ve Bişr-i Hâfî bunlardandır.

İlimdeki üstünlüğü: Ahmed bin Hanbel, hadîs ilminde zamanın en büyük âlimidir. Üçyüzbinden fazla hadîs-i şerîfi senedleriyle birlikte ezbere bilirdi. Ebû Zür’a’ya göre, bir milyon hadîs-i şerîfi ezberlemişti. Kendisinden pek çok âlim, hadîs-i şerîf nakletmişlerdir. İlim ve amelde öncü, Ehl-i sünnet olan dört imâmın dördüncüsü idi. İmâm-ı Şafiî (radıyallahü anh) buyurdu ki, “Bağdâd’dan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel’den daha âlim, daha fakîh, haramlardan ve şüphelilerden kaçan kimseyi bırakmadım.”

Ahmed bin Hanbel’in ilmi ve ahlâki üstünlüğünü pekçok âlim medh eylemiştir.

Hocası İmâm-ı Şafii; “Bağdat’tan ayrıldığım zaman, orada Ahmed bin Hanbel’den daha âlim ve fakih, haramlardan ve şüphelilerden onun kadar kaçan bir kimse bırakmadım” buyurmuştur.

Ebû Dâvûd Sicistânî şöyle demiştir: “İki yüz meşhûr âlimle karşılaştım. Ahmed bin Hanbel gibisini görmedim. O hiç bir husûsta insanların daldığı dünyâ işlerine dalmazdı. Ancak ilimden bahis açılınca konuşurdu.”

Ebû Zür’a da, “İlmin her dalında Ahmed bin Hanbel’in bir benzerini görmedim. Onun ilimde ulaştığı dereceye, başkası ulaşamamıştır” demiştir.

Menhâ bin Yahyâ da şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel, her hayrı kendisinde toplamıştı. Çok âlim gördüm. Fakat ilimde, vera’da ve zühdde, onun gibi üstün birine rastlamadım.”

İbrâhîm-i Harbî diyor ki, “Ahmed ibni Hanbeli gördüm. Allahü teâlâ her ilmi ona vermişti.”

Kuteybe bin Sa’îd diyor ki, “İmâm-ı Ahmed; Sevrî ve Evzâ’î ve Mâlik ve Leys bin Sa’d zamanlarında bulunsaydı, hepsinden ileride olurdu. Bir milyon hadîs-i şerîf ezberledi.”

İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, büyük bir müfessir, yüksek bir muhaddistir. Tefsîri yüzyirmibin hadîs-i şerîften meydana gelmiştir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin eserleri, müfessirler için birer feyz kaynağıdır. Bunun için kendisi “Üstâd-ül-müfessirîn” ünvânıyla anılır. Birçok muhaddis yetiştirmiştir. Binlerce hadîs-i şerîf ile hafızasını süslemiştir.

Yaşadığı devir, yazılan hadîs-i şerîflerin toplandığı bir devirdi. Bu devirde yetişen meşhûr hadîs âlimlerinin en meşhûru da Ahmed bin Hanbel idi. O, bütün hadîs-i şerifleri okudu, inceledi. Otuzbin hadîs-i şerîfi içine alan “Müsned” adlı eserini, 700 bin hadîs-i şerîf içinden seçerek yazmıştır. Rebî’ bin Süleymân, İmâm-ı Şafiî’nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ahmed bin Hanbel, sekiz şeyde imâmdır; hadîs ilminde, fıkıh ilminde, Kur’ân ilminde, lügat ilminde, fakrda, zühdde, vera’da, tasavvufta ve sünnette.”

Ehl-i sünnet îtikâdından aslâ tâviz vermezdi. Bağdâd’da mu’tezile fırkasına mensûb olanlar, Kur’ân-ı kerîm mahlûktur diyerek, bu yanlış i’tikâdlarına Abbasî halifesi Me’mûn’u da inandırdılar. Bu yanlış söze karşı çıktığı için işkencelere maruz bırakıldı. Bunu kabûl etmesi için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Me’mûn vasıtasıyla bu husûsta baskı ve işkence yaptırdılar ve 28 ay hapsettirdiler. Bu sırada Ahmed bin Hanbel’e, İmâm-ı Şafiî Mısır’dan mektûb göndermişti. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca, rüyâda Resûlullahı (aleyhisselâm) görmüş, Ahmed bin Hanbel’e mektûb ile benden selâm yaz ve de ki, Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olup olmadığı kendisinden sorulacak. Cevâb vermesin buyurmuş, dedi.

Bütün bu baskı ve işkencelere rağmen, o, “Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir” diyerek, Ehl-i sünnet i’tikâdını bildirdi. Mu’tasım’ın halifeliği sırasında da baskı ve işkencelere ma’rûz kaldı. Hergün bayılıncaya kadar dövülürdü. Halife Mu’tasım ölünceye kadar böyle devam etti. O ölünce yerine Vâsık geçti. Serbest bırakdılar. Onun zamanında imâma bir fenalık yapılmadı ama imâm, “Artık bu memleketi ilhâd hâlleri sardı, duramam” diyerek inzivâya çekildi. Vâsık ölüp Mütevekkil halife olunca, mu’tezile fırkası mensûblarını saraydan uzaklaştırdı. Fıkıh ve hadîs âlimlerine hürmet ve yakınlık gösterdi. İmâmı makamına getirtti. İzzet, ikrâm etti. Her tarafa, “Kimse imâm aleyhinde bulunmaya” diye ferman gönderdi. Kur’ân-ı kerîm mahlûktur demeyi de kaldırttı. Bu suretle, mu’tezile susturuldu. Onlar en şerli sapık fırka idi. Böylece Ahmed bin Hanbel hazretleri, yapılan baskı ve işkenceden kurtuldu. Bu ikrâm ve hürmet imâm ölünceye kadar devam etti. Yaptığı hizmetlerle, zamanındaki ve sonraki asırlardaki insanlara rehber oldu.

Meymun ibn-i Esba der ki; “Bağdâd’da idim. Bir feryat işittim. Ne oluyor, diye sordum. Cevabında, Ahmed ibni Hanbel’dir işkence ediyorlar, dediler. Yanına girdim. Bir sopa vurdukları zaman, “Bismillah” dedi. İkinci sopayı vurduklarında, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” dedi. Üçüncü sopayı vurduklarında, “Kur’ân-ı kerîm Allah kelâmıdır, mahlûk değildir, mahlûk denemez” dedi. Dördüncü sopayı vurduklarında, “Sen onlara de ki, Allahü teâlânın bizim için yazdığından başka bir şey bize gelmiyor” mübârek kelâmını okudu. Böylece yirmi dokuz sopa vurdular. İmâmın belinin uçkuru bezden idi. Koptu ve pantolonu, kasığının üzerine düştü. İmâm ağzından bir şeyler söyledi. Hemen o anda pantolonu beline çıktı. Yedi gün sonra imâmın yanına gittim ve dedim ki, efendim o gün dudaklarınızı oynattığınızı görmüştüm, ne söylüyordunuz? Cevabında, Yâ Rabbî! Arşını onunla doldurduğun isminin hatırı için benim haklı olduğuma müteallik ise, benim hayâ perdemi yırtma, beni utandırma, diyordum.”

Ahmed bin Hanbel rahmetullahi aleyh mezheb sâhibi bir âlimdir. Mezhebi, İslamiyette Ehl-i sünnet îtikâdı üzere olan dört hak mezhebden biri olup, O, ictihâdlarıyla müslümanların Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için, amellerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun gösterdiği bu yola ismine nisbetle “Hanbelî mezhebi” ve bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara da “Hanbelî” denir.

Allahü teâlâ, bütün müslümanlardan tek bir îmân istemektedir. İslâmiyette; îmânda, i’tikâdda tefrikaya (ayrılığa), kesinlikle izin verilmemiştir. Resûlullah (aleyhisselâm) efendimizin inandığı ve bildirdiği ve Eshâb-ı kirâmın naklettiği gibi îmân eden müslümanlara, Ehl-i sünnet vel-cemâat veya kısaca “sünnî” denir. Sünnî müslümanlara, mezheb imâmı olan büyük İslâm alimleri tarafından, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde hükmü açıkça bildirilmemiş olan ba’zı ibâdetlerin ve günlük muâmelelerin tarifinde ve yapılışında gösterilen ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan yollara, amelî mezhebler denilmiştir. Mezheb imâmı olan büyük İslâm âlimlerinin, aralarındaki böyle ictihâd ayrılıklarına, dînin sahibi izin vermiş ve bu hâl, her zaman ve her yerde, müslümanların İslâmiyete dosdoğru uymalarını temin ederek, müslümanlar için rahmet olmuştur. Nitekim hadîs-i şerîfte de “Âlimlerin (müctehidlerin) mezheblere ayrılması rahmettir” buyrulmuştur.

Allahü teâlâya olan bağlılığı sebebiyle son derece tevâzu sâhibiydi. İnsanlara yardım etmeyi severdi. Herkesin derdine dermân olmaya çalışırdı. Yoksulları korurdu. Son derece halîm selîm, yumuşak huyluydu. Aceleci değildi. Çok alçak gönüllüydü. Ağır başlı ve vakarlıydı. Câmiye gittiği zaman ön safa geçmeye çalışmazdı. Mecliste nerede yer bulursa oraya otururdu.

Allahü teâlâdan korkması, verâ ve takvâsı çoktu. Fakir bir hayat yaşadı. Haram şüphesi olan şeyi reddederdi. Haram mala sâhib olmaktansa, onu almamayı tercih ederdi. Borç karşılığı bir malı alacaklıya rehin bıraktı. Parayı bulunca alacaklıya gidip borcunu verdi. Rehin bıraktığı malı alacağı zaman alacaklı olan iki mal gösterip, rehin bıraktığının hangisi olduğunu kesin bilmediğinden; "Bunlardan birini seç, ikisi de aynı." dedi. Fakat Ahmed bin Hanbel rehin bıraktığı malın hangisi olduğunu bilemediği için kendi malı yerine başkasının malını almış olurum korkusu ile ikisini de bıraktı, almadı. Başkasının hakkı geçer diye kendi hakkından vazgeçti.

Ahmed bin Hanbel, Peygamber efendimizin sünnetine son derece bağlıydı; "Hiç bir hadîs-i şerîf yazmadım ki, onunla amel etmeyeyim" buyururdu.

Ahmed bin Hanbel talebeliği sırasında bir grup kimseyle bir su kenarında bulunuyordu. Onlar soyunup, suya girdiler. Ahmed bin Hanbel ise, Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfine uyarak soyunmadı: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, hamama (avret yerlerini örtmeden) girmesin." O gece rüyâsında bir kimse ona; "Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun! Zîrâ Allahü teâlâ, Resûlullah'ın sünnetine uyduğun için seni bağışladı. Seni imâm kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar." dedi. "Siz kimsiniz?" diye sorunca o zât; "Cebrâil'im." cevâbını verdi.

Ahmed bin Hanbel’in talebelerinin ve kendisine suâl soranların müşküllerini hâllederken ortaya koyduğu ve takibettiği usûller, Hanbelî mezhebinin temel kaideleri olmuştur. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, dînî müşküllerin hâllinde sırasıyla şu kaynaklara başvurmuştur:

1. Kitap ve Sünnet: Bütün müctehidler gibi Ahmed bin Hanbel de, bir meselenin hükmünü önce Kitabda (Kur’ân-ı kerîmde) araştırır, bir işin nasıl yapılacağını Kur’ân-ı kerîmde açık olarak bulamazsa, hadîs-i şeriflere bakar, bunlarda bulunursa ona göre hüküm verirdi.

2. İcmâ ve Sahabe Kavli: Kitab, Sünnet ve Hadîs-i şerîflerde de açıkça bulamadığı bir iş, bir mesele için, Eshâb-ı kirâmın ve Tabiinin icmâına bakardı. İcmâ, Eshâb-ı kiramın hepsinin aynı sûretle yapması veya söylemesi demektir. İcmâya sözbirliği de denir. Eshâb-ı kiramdan sonra gelen Tabiînin de icmâını delîl, senet kabûl etmiştir. Sahabe kavli (sözü, ictihâdı) bulunan bir mes’elede, kendi ictihâdına göre hüküm vermezdi. O işle ilgili icmâ da yoksa sahâbe kavline bakar, sahâbenin sözüne göre hüküm verirdi. Sahâbe sözünde de bulamadığı husûslarda, Tabiînin büyüklerinden olan müctehidlerin ictihâdını, kendi re’yine tercih ederdi.

3. Zayıf ve mürsel hadîsler: Bir mes’ele hakkında, Sahâbe veya Tabiîne âit bir re’y (ictihâd) bulamazsa, zayıf ve mürsel hadîslerle amel eder, ona göre hüküm verirdi. Zayıf hadîsin de, sahîh hadîsin bir çeşidi olduğunu göz önünde tutardı.

4. Kıyâs: İmâm-ı Mâlik’in (Rivâyet yolunu) ve İmâm-ı a’zamın (Rey ve Kıyâs yolu)nu almış ise de, pek çok hadîs-i şerîf ezberlediğinden, önce hadîs-i şeriflerin bir birini kuvvetlendirmesine bakarak, ictihâd etmiştir. İctihâdda bu usûl, sadece Ahmed bin Hanbel’e âittir.

Hanbelî mezhebinde birçok âlimler yetişmiştir. Bu âlimlerin başında, Ahmed bin Hanbel’in kendi oğulları Sâlih ve Abdullah gelmektedir. Ebû Bekir el-Esrem, Abdülmelik el-Meymûnî, Ebû Bekir el-Merkezî, Harb bin İsmail, İbrâhîm bin İshâk el-Harbî gibi âlimler, Ahmed bin Hanbel’in bizzat kendisinden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Bu mezhebin esasını yaymak husûsunda üstün gayret gösteren âlimlerden biri de Ebû Bekir el-Hallâl’dır. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî de, Hanbelî mezhebinin esaslarını yayan âlimlerdendir.

Ahmed bin Hanbel’in (El-Müsned)’i en meşhûr eseridir. Oğlu Sâlih, çeşitli kimselere yazdığı (Mektuplar)’la babasının mezhebini yaymıştır. Abdülkâdir-i Geylânî “Fütûh-ül-Gayb” ve “Gunyet-üt-tâlibîn” kitabları ile Abdurrahmân el-Cezîrî’nin “Kitâb-ül-Fıkhı ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa”sında, bu mezhebin esaslarını en geniş şekilde açıklamakadır. “el-Mugnî”, “el-İknâ”, “Bülûgul-Emânî” adındaki eserler de Hanbelî fıkhı üzere yazılmıştır.

Bu mezhep, Şam ve Bağdâd taraflarında çok yayılmıştı. Şimdi azalmıştır. Arabistan’da da mensûbları vardı.

Menkıbeleri ve medhi: Yahyâ bin Maîn şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel gibi bir zât daha görmedim. Elli sene onunla sohbet ettim. Kendinde bulunan üstünlüklerden hiç biriyle asla kendini medhetmedi.”

Oğlu Abdullah: “Babam her gece Kur’ân-ı kerîmin yedide birini okur, her yedi günde bir hatim ederdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra biraz istirahat eder, sonra kalkıp sabaha kadar ibâdet ve tâatla meşgûl olurdu. Giydiği elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Çok kere az şey yer, “Ölecek olan kimse için, bunlar çok bile” derdi, demiştir.

Gece namazını hiç bırakmazdı. Halka dâima kolaylık yollarını gösterir, ağır vazîfeleri yüklemezdi. Acıktığı zaman birşey bulamazsa, kimseyi rahatsız etmez, birşey istemezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Yolda yürürken, hızlı adımlarla yürürdü. Onu daha çok, mescidde, cenâze namazında ve hasta ziyâretinde görürlerdi. Beş haccın üçüne yürüyerek gitti.

Seleme bin Şebîb’den şöyle nakledilmiştir: “Birgün Ahmed bin Hanbel’in huzûrunda oturuyor idik. İçeriye bir zât girip, “Ahmed bin Hanbel kimdir?” dedi. Biz susup bekledik. “Ahmed bin Hanbel benim, ne istiyorsun?” dedi. Gelen zât dedi ki, “Dörtyüz fersah uzaktan geliyorum. Cum’a gecesi uyumuştum. Rüyâmda biri gelip, bana Ahmed bin Hanbel’i biliyor musun? dedi. Hayır tanımıyorum dedim. Bağdad’a git, onu sor ve bulunca, Hızır aleyhisselâm sana selâm söyledi de. Semâvattaki melekler ondan râzıdır. Çünkü o, nefsine asla uymadı, Allahü teâlâya itaat husûsunda çok sabırlı davrandı” dedi. Ahmed bin Hanbel “Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah” dedi. Sonra o zâta, “Başka bir söyleyeceğin ve ihtiyâcın var mı?” dedi. “Hayır sadece bunun için geldim” dedi ve o gün Bağdâd’dan ayrıldı.

Ahmed bin Muhammed bin Amr, Ebû Abdurrahmân bin Ahmed’den naklen şöyle anlatır: “Bir defasında hadîs âlimleri, Ebû Âsım Dahhak İbni Mahled’in meclisinde toplanmıştı. Onlara dedi ki, fıkıh öğrenmek istemez misiniz, hâlbuki aramızda fıkıh âlimi yok dedi. Aramızda bir kişi var dediler. Kimdir o? dedi. Şimdi birazdan gelir dedik. Biraz sonra Ahmed bin Hanbel karşıdan göründü. Karşılayalım dedi. Oradakiler, o böyle şeyden hoşlanmaz dediler. Gelince Ebû Âsım onu yanına oturtup, fıkhî mes’eleler sormaya başladı. Bir suâl sordu ve cevap aldı. Sormaya devam ederek, bir kaç kere sorup cevap aldı. Sonra da, bu derya gibi bir âlimdir, dedi.”

Nadr bin Ali şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel’in işi, hep âhiret ile ilgili idi. Dünyâ menfaatleri ona yöneldi fakat o kabûl etmeyip, geri çevirdi.”

Nûh bin Hubeyb şöyle demiştir: “Ahmed bin Hanbel’i Hîfe mescidinde 198 (m. 813) senesinde gördüm. Bir direğe yaslanmış oturuyordu. Hadîs ilmi ile uğraşan hadîs ehli, yanına toplanmıştı. Onlara hadîs-i şerîf ve fıkıh öğretiyordu. Bize de, haccın yapılışı ile ilgili fetvâ verdi.”

Ahmed bin Hanbel’in, yevmiye ile çalışan bir işçisi vardı. Akşam talebesine, bu işçiye ücretinden fazla ver, dedi. Talebe, ücretinden fazla para verdi. İşçi almadı ve gitti. Hazret-i imâm, arkasından yetiş, şimdi alır, dedi. Dediği gibi, işçi parayı aldı. Hazret-i imâma sebebi suâl edildiğinde buyurdu ki: “O zaman böyle birşey aklından geçiyordu. Şimdi ise bu düşünce onda yok oldu. Alması tevekkülünü bozmıyacağı için aldı.” Tevekkül nedir diye suâl ettiler. Buyurdu ki, rızkın Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır" buyurdu.

Taberânî hazretleri şöyle nakleder: Zamanın meşhûr bir falcısı vardı. Fal baktırmak istiyenler her taraftan gelir kendisini bulurlardı. Bu şahıs falcılığı meslek hâline getirmişti. Daha sonra hastalandı. Yirmi sene iyileşemedi. Biri ziyâretine gelmişti. Hâlini görünce “Senin iyileşmenin tek yolu var, o da zamanımızın en büyük âlimlerinden ve evliyâsından biri olan Ahmed bin Hanbel hazretlerinin duâ etmesidir” dedi. Bu falcı da annesini gönderip, duâ etmesini istedi. Annesi evine varınca dedi ki:

“Oğlum yirmi senedir hasta yatmaktadır. Bunun iyileşmesi için sizden duâ istemeye geldim.”

“Herkes iyileşmek için oğluna gelirdi. Senin oğlun da, herşeyi bildiğini zannederdi. Kendi hastalığını tedâvi etmeyip de, seni bana mı gönderdi?” dedi. Kadının çok ısrarı karşısında dayanamayıp, falcılığı bırakması şartıyla duâ edeceğini söyledi. Hazret-i imâmın bu sözü üzerine falcılığı bıraktı. Tövbe istiğfar etti ve sıhhate kavuştu.

Bir gencin, felç olmuş, hasta bir annesi vardı. Birgün oğluna: Ey oğlum! Eğer benim rızâmı almak, beni sevindirmek istersen, İmâm-ı Ahmed’in huzûruna git ve sıhhate kavuşmam için bana duâ etmesini söyle. Belki Allahü teâlâ beni bu hâle getiren” bu hastalıktan kurtarır, dedi. Genç, İmâm-ı Ahmed’in kapısına geldi ve seslendi, içerden bir ses, kimsin? dedi. Cevâbında: Size muhtacım, hasta bir annem var, sizden duâ istiyor, dedi. İmâm çok üzüldü. Kendi kendine: Beni nereden biliyor? dedi. Sonra kalktı, abdest aldı, namaza durdu, imâmın hizmetçisi o gence: Sen geri dön, imâm duâ ediyor, dedi. Genç geri döndü. Evin kapısına geldiği zaman, annesi kalktı ve oğlunu kapıda karşıladı. Allahü teâlânın izni ile tam sıhhate kavuştu.

Hazret-i İmâm, Abdullah bin Mübârek hazretlerinin gelmesini ve onunla görüşmeği çok arzu ediyordu. Nihâyet bir gün oğlu: “Babacığım! Abdullah bin Mübârek geldi, kapıdadır, sizi görmek istiyor” dedi. İmâm-ı Ahmed içeri alma, dedi. Oğlu, babacığım, bunda ne hikmet vardır ki, senelerdir onu görmek arzusu ile yanıyordun, bugün bu saâdet, bu ni’met kapınıza geldi, de içeri almıyorsunuz, dedi. Babası: “Evet, söylediğin gibidir. Ama korkarım ki, onu gördükten sonra ayrılığına dayanamam. Onun kokusu için bir ömür harcadım. Onu ayrılmak olmayan yerde görmek isterim” dedi.

İbn-i Ebî Verdî hazretleri anlatır: Bir gece rü’yâmda Resûlullahı gördüm. Kendisine dedim ki: “Yâ Resûlallah! Ahmed bin Hanbel hakkında ne buyurursunuz?” “Senin yanına Mûsâ aleyhisselâm geliyor, bu suâlini ona sor!” Bir müddet sonra yanıma Mûsâ aleyhisselâm geldi. Aynı suâlimi ona sorduğumda buyurdu ki: “Ahmed bin Hanbel zâhirî ve bâtınî ilimde kemâle gelmiş, çok sâdık bir kimsedir. Allahü teâlâ muhakkak sâdıklarla beraberdir.”

Ahmed bin Hanbel vefât ederken eliyle işâret edip, “Hayır olmaz” dedi. Oğlu babacığım bu ne hâldir? dedi. “Şimdi şu an tehlike zamanıdır, duâ ediniz. Şeytan felâket toprağını başıma saçmak istiyor. Ey Ahmed, benim elimde can ver, diyor. Ben de, hayır olmaz, hayır olmaz, diyorum” dedi. “Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emîn olmak yoktur” buyurdu.

Vefâtı, bütün Bağdâd halkını ağlattı. Cenâze namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı. Bağdadlılar evlerinin kapısını açıp, cenâze namazı için abdest almak isteyen gelsin, diye bağırdılar. Cenâze namazı kılınınca, kuşlar tabutu üzerinde uçuşup, kendilerini tabuta vurdular. Cenâze namazında yüzbinden fazla kişi bulundu. O gün yahudi ve hıristiyanlardan pek çok kimse, bu hâdiseyi görerek müslüman oldu. Ağlayıp, bağırarak, “Lâ ilâhe illallah” dediler.

Muhammed İbni Huşeyme der ki, vefâtından sonra hazret-i imâmı rüyâmda gördüm. Nereye gidiyorsun? dedim. Cennete gidiyorum, dedi. Allahü teâlâ sana ne muâmele etti? dedim. Cevâbında buyurdu ki, Allahü teâlâ beni mağfiret etti. Başıma taç giydirdi ve “Ey Ahmed! Kur’ân-ı kerîme mahlûk demediğin için, bu ni’metleri sana verdim” diye buyurdu.

Ahmed bin Hanbel'in vefât haberini İskenderiye'de iken duyan Muhammed bin Huzeyme, çok üzülmüştü. Rüyâsında Ahmed bin Hanbel'in salına salına yürüdüğünü görüp kendisine; "Ey imâm; bu ne biçim yürüyüş böyle? dedim. Ahmed bin Hanbel: Dünyâda Allahü teâlânın dînine hizmet edenlerin, Cennetteki yürüyüşleri böyledir buyurdu. Ben; Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti? diye suâl ettim, İmâm hazretleri: Allahü teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altından iki ayakkabı giydirdi ve Ey Ahmed! Kur’ân-ı kerîm benim kelâmımdır, diye inandığın için, bu iltifâtlara kavuştun. Ey imam, Süfyân-ı Sevrî’den sana ulaşan duâlar var, onlarla dünyâda duâ ettiğin gibi, şimdi de duâ et, dedi. Bu emir üzerine: “Ey âlemlerin Rabbi olan Allahım, bizleri af ve mağfiret eyle. Bizlere suâl sorma” diye duâ ettim. Bu duâdan sonra: Ey Ahmed, işte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennete girdim” dedi.

Ahmed bin Hanbel'in pek çok eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:

1) Müsned; 30 bin hadîs-i şerîfi içine almıştır. Matbûdur. 2) Kitâb-üs-Sünne. 3) Kitâb-üz-Zühd: Matbûdur. 4) Kitâb-üs-Salât. 5) Kitâb-ül-Vera' ve'l-Îmân. 6) Kitâb-ür-Reddi ale'l- Cehmiyye ve'z-Zenâdıka: Matbûdur. 7) Kitâb-ül-Eşribe: Matbûdur. 8) Kitâb-ül-Mesâil. 9) Cüz-fi Usûl-üs-Sünne. 10) Fadâil-üs-Sahâbe: 2 cilt hâlinde matbûdur. 11) Er-Reddü A'lâ men-Tenâkua fi'l-Kur'ân. 12) Et-Tefsir. 13) En-Nâsih ve'l-Mensûh. 14) Et-Târih. 15) Hadîsu Şu'be. 16) Mukaddem ve'l-Muahhar fi'l-Kur'ân. 17) Vücûbât-ül-Kur'ân. 18) Menâsik-ül-Kebîr ve's-Sagîr. 19) El-Cerhu ve't-Ta'dîl. 20) Kitâb'ül-ilel ve Ma'rifet-ür-Ricâl: Matbûdur.

Ahmed bin Hanbel hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları şunlardır:

“İki kişi birbiriyle sevişir de sonra araları açılırsa, bu ancak birisinin işlediği bir günâh sebebiyle olur.”

“Bile bile bir dirhem gümüş kıymetinde fâiz yimek, otuz zinâdan daha çok günâhtır.”

“Kişinin günâhları çoğaldığı zaman, günâhlarına keffâret için, Allahü teâlâ onu geçim sıkıntısına düşürür.”

“Bize en sevimli ve âhirette en yakın olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır. En sevimsiz ve en uzak olanınız da, çok konuşup, hezeyan eden, ağzını yayarak konuşan, konuşmasında kendisini öven ve lüzumsuz sözler söyleyen kibirlilerdir.”

“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allahü teâlâ yüzü üstü Cehenneme atar.”

“Dünyâyı seven, âhiretine zarar eder, âhiretini seven, dünyâsını zararlandırır. Bu böyle olunca, siz bâkiyi fâni üzerine (âhireti) tercih ediniz.”

“Faziletlerin en üstünü, sana gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve kötülük edene iyilik etmendir.”

“Îmânın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.”

“Kim bir musîbetle karşılaşır ve Allah’ın emrettiği gibi (İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn) dedikden sonra, Allahım, bu musîbetle beni mükâfatlandır ve bunun ardında bulunan hayırlısını bana ver, dese, Allahü teâlâ onun istediği gibi yapar.”

Ahmed bin Hanbel, Abdullah ibni Ömer’den nakleder: Sa’d (radıyallahü anh) abdest alırken, Resûlullah (aleyhisselâm) gördü. “Yâ Sa’d! Suyu niçin isrâf ediyorsun?” buyurdu. Abdest alırken de isrâf olur mu dedik te: “Büyük nehirde de olsa, abdestte fazla su kullanmak isrâf olur” buyurdu.

“Rükû’ ile secde arasında belini ve sırtını doğrultmayan kimseye, kıyâmet gününde Allahü teâlâ bakmaz.”

“İnsanların en fenâ hırsızı, namazından çalandır.” (Namazın rükû’ ve secdesini tam yapmayandır.)

“Kıyâmet günü Arş-ı a’zamın etrafında, bir takım insanlar için kürsüler kurulacaktır. Bunların yüzleri, ayın ondördü gibi parlayacaktır. İnsanlar feryâd ederken, onlar feryâd etmez, insanlar korkarken, onlar korkmazlar. Onlar korku ve kederleri olmayan, Allahın gerçek dostlarıdır” buyurdu. Bunların kim olduğu sorulunca: “Onlar, Allah için sevişen kimselerdir” buyurdu.

“Bütün çocuklar, müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları, babaları, hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.”

“Bir kimse mâni yok iken üç Cum’a namazı kılmazsa, Allahü teâlâ kalbini mühürler, yâni iyilik yapamaz olur.”

“Cum’a günü bir an vardır ki, mü’minin o anda yaptığı duâ reddolmaz.”

Ahmed bin Hanbel hazretlerinin güzel sözlerinden bir kısmı şunlardır:

“İlim, insanlara, ekmek ve su kadar lâzımdır, ilim, rivâyet ve kuru malûmat çokluğu değildir. İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.”

“Kulun kalbini ıslah etmesi için, iyilerle beraber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun fâsıklarla beraber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı birşey yoktur.”

“Günahlar îmânı zayıflatır.” Ahmed bin Hanbel hazretlerine bir gün “Tevekkül nedir?” diye sordular, “İnsanlardan istemeyi ve onlara yalvarmağı terk etmektir” buyurdu.

“Yemeği, din kardeşleriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diğer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lâzımdır.”

“Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi Hâlıkdan râzı olmak, kadere rızâ göstermektir.”

“Sizde olmayan meziyetlerle sizi medheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız.”

“İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir.”

“Kibir taşıyan kafada, akıla rastlıyamazsınız.”

“İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır.”

“Tevekkül, herşeyi Allahtan bilmek ve rızkı O’nun verdiğine inanmaktır.”

“Tevekkül, bütün işlerinde Allahü teâlâya teslim olmak, başa gelen her şeyi O’ndan bilip katlanabilmektir.”

“İnsana az bir mal yetişir. Çok mal ise kâfi gelmez.”

“Bir kimse, sâdık bir arkadaşını kaybederse, kendisi için zillettir.”

“Hüsn-i zannı olanın hayatı hoş geçer.”

“Yalan söylemek, emniyeti giderir.”

“Meziyyet, fazîlet, ilim ve irfan tamamlığı iledir.”

“Ayıplardan uzak arkadaş arayanlar, arkadaşsız kalır.”

“Bid’at sâhibine selâm veren, onu sevmiş demekdir.”

Ahmed ibni Hanbel'e; "Her gün sabahtan akşama kadar câmide ibâdet edip, Allahü teâlâ benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen bir kimse nasıl bir adamdır?" diye sorulduğunda; "Bu kimse câhildir. İslâmiyetten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Allahü teâlâ benim rızkımı süngümün ucuna koymuştur." Yâni rızkım cihâd ile gelmektedir" buyurdu.

İhlâs nedir? sorusuna; “Amellerin âfetlerinden kurtulmaktır” cevâbını vermiştir.

Zühd nedir? sorusuna; “Zühd üç türlüdür; câhilin zühdü, haramları terk etmektir. Âlimlerin zühdü, helâl olanların fazlasından sakınmaktır. Âriflerin zühdü, Allahü teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir” ) buyurdu

Ebû Hafs Ömer bin Sâlih Tarsûsî isimli velî bir zâtın, "Kalbler ne ile yumuşar?" sorusuna; Başını eğip biraz düşündükten sonra; "Evlâdım! Helâl yemekle yumuşar" dedi.

Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, “Babam fütüvvet nedir? sorusuna; korktuğun şey (Cehennem) için, arzu ettiğin şeyi (hevâ ve hevesi) terk etmektir, diye cevap verdi” demiştir.

İmâm-ı Ahmed “radıyallahü anhümâ” buyuruyor ki, “Ellerimiz o kanlara bulaşmadığı gibi, dillerimizi de bulaşdırmakdan muhâfaza edelim!” O hâlde Sahâbe-i kirâmın hepsini, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” talebeleri oldukları için, sâf ve temiz bilmemiz ve çok sevmek, hürmet etmek lâzım geldiğini i’tikâd etmemiz îcâb eder.

İmâm-ı Ahmed bin Hanbele “rahmetullahi aleyh” şöyle suâl edildi: Ey İmâm, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbından “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çok kerâmet bildirilmemiştir. Hâlbuki evliyâdan çok kerâmetler bildirilmiştir. Bunun sebebi nedir? Buyurdu ki: “Onların îmânları o kadar kuvvetli idi ki, kerâmetlerle ve hârikalar ile takviye edilmeğe ihtiyaçları yoktu. Fakat diğerlerinin îmânı onların îmânları mertebesinde değildi. Bu sebeble kerâmetlerle îmânları kuvvetlendirildi.”

------------------------------

1) Hilyet-ül-evliyâ, IX, 161;

2) Tehzîb-üt-tehzîb, I, 72;

3) Târîh-i Bağdâd, IV, 412;

4) Tabakât-ı Hanâbile, I, 4;

5) Tezkiret-ül-huffâz, II, 431;

6) Şezerât-üz-zeheb, II, 96;

7) Mu’cem-ül-müellifîn, II, 96;

8) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ, I, 290;

9) Kâmûs-ul-a’lâm cild-1, 788;

10) Vefeyât-ül-a’yân, I, 36;

11) El-bidâye ve’n-nihâye, X, 325;

12) Tezkiret-ül-evliyâ, I, 195;

13) Miftâh-üs-se’âde, II, 232;

14) Hidâyet-ül-müvaffıkîn, 63;

15) Tabakât-ül-müfessirîn, I, 70;

16) Mir’ât-ül-cinân, II, 132;

17) El-A’lâm, I, 203;

18) Sıfât-üs-safve, II, 190;

19) Sebîl-ün-necât, 25;

20) Eşedd-ül-cihâd, 7;

21) Zehebî, Mukaddimet-ül-Müsned, 82;

22) En-Nücûm-üz-zâhire, II, 304;

23) Menâkıb-ı Ahmed bin Hanbel (İbn-i Cevzî);

24) En-Na't-ül-Ekmel, 31;

25) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye, 1070;

26) Eshâb-ı Kirâm, 53, 309-310;

27) Fâideli Bilgiler, 19, 20, 164-165;

28) Vehhâhîye Nasîhat, 13, 24;

29) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, III, 209;

30) Yeni Rehber Ansiklopedisi, I, 121, VII, 84;

31) İslâm Tarihi Ansiklopedisi, I, 217-223;

32) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, , II, sh.1083, 1084, 1089, 1090.

Contact

You can use the contact form or make a request via our e-mail address below. E-Mail: bilgi@mybelovedprophet.com

2024 My Beloved Prophet All rights reserved.